Prof. Dr. Celal Kırca r r

 

KİMLİK VE KİŞİLİK BAĞLAMINDA HZ. PEYGAMBERİN ÖRNEK OLUŞUNUN EVRENSEL BOYUTU

 

 

 

 

Prof. Dr Celal Kırca

 

 

   Giriş

 

 

    Doğru ve sağlıklı bir din anlayışı, ancak doğru bir peygamber anlayışına, doğru bir peygamber anlayışı da doğru bir Kuran tasavvuruna , doğru bir Kuran tasavvuru da doğru bir Allah tasavvuruna bağlıdır. Şayet doğru bir Allah  tasavvurumuz  yoksa, doğru bir Kuran tasavvurumuz da yok demektir. Doğru bir Kuran tasavvurumuz olmayınca da, doğru bir Peygamber anlayışımız oluşmamaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamberi daha doğru ve daha sağlıklı anlayabilmek ve anlatabilmek için, Kuran merkezli bir Peygamber anlayışına sahip olmanın gerekliliği, hatta zorunluluğu bulunmaktadır. Zira bütünü anlamadan, parçayı doğru anlamak mümkün değildir.  Nitekim tarihi süreç içinde Hz. Peygamberi tanıtan bilim ve din adamlarının yazdıklarına baktığımızda, O’nun övgüden yergiye, sevgiden nefrete uzanan bir çizgide birbirinden çok farklı olumlu veya olumsuz kişilik özellikleri ve kimlikleri ile ele alındığı görülmektedir.

 Bir kısım yazarların gözü ile O, bir savaş ve şiddet peygamberidir.Çok evliliği sebebiyle  eleştirilen  birisidir.  Mekkeli bazı müşriklere göre beşerden peygamber olamaz, peygamber, ancak beşer üstü bir varlık olabilirdi. Nitekim Hz. Peygamberi görmeye gelen Ebu Rimse et-Teymi adlı bir kişinin  “Ben Resulullahı insanlara benzemeyen (farklı) bir şey zannediyordum. Bir de gördüm ki, O da ( bizim gibi ) uzun saçlı bir beşermiş”  dediği nakledilir. Bazı Fıkıh Usulcülerinin sünneti “Hz. Peygamberden Kuran dışında sadır olan ve şer’i hüküm ifade eden söz, fiil ve hareketler”  olarak tanımlaması, zamanla Hz. Muhammed’in peygamberlik misyonunun sırf hukuk alanı ile sınırlı kalmasına sebep olmuş; buna bir de Kelamcıların sünneti bid’at karşılığı olarak  tanımlaması katılınca müslümanın peygamber anlayışında veya peygamber tasavvurunda belli oranda eksiklikler ve sapmalar meydana gelmiştir.

Hz. Muhammed’in kimlik ve kişiliği ile peygamberlik misyonunun doğru anlaşılmamasına ilişkin asıl sapma; tasavvuf ehlinin aşırı ve dengesiz sevgileri sonucu ortaya çıkmış bir olgudur. Bu konuda Hayri Kırbaşoğlu’nun yaptığı şu tespit çok önemlidir:

 “Hz. Peygamberin de -Hz.İsa gibi- beşikte konuştuğu, tıpkı aydınlıkta olduğu gibi karanlıkta da görebildiği, keza arkasında iğne deliği gibi iki delik olup, elbisenin altından bile arkasını görebildiği, Hz. Aişe’nin sabah karanlığında kaybolan iğnesini Hz. Peygamberin yüzünün ışığında arayıp bulduğu, Hz. Peygambere Adem’den bu yana  yaşamış olan bütün insanların toplam aklından fazlasının verildiği, vücudunun gölgesinin olmadığı, O’na otuz-kırk erkeğin cinsel gücünün verildiği, gaitasının yok olup kaybolduğu, yani yerin onu yuttuğu  ve oradan  mis gibi kokular geldiği, eti yenen bir koyunun kemiklerinden onu tekrar dirilttiği, yine -Hz.İsa gibi- ölüleri dirilttiği, dilsiz olanı konuşturduğu, görmeyenin gözlerini açtığı, dilsiz olanı konuşturduğu, parmaklarından su fışkırdığı, hayvanların dile gelip onunla konuştuğu, ağaçların ona selam verdiği v.s. ileri sürülmüştür. Artık Hz. Peygamber, Kuran’ın tasvir ettiği normal insan olmaktan tamamen çıkarılmış ve insanüstü bir varlık haline dönüştürülmüştür. Bu amaçla onun vücuduna dair her şeyin (kan, idrar, saç, sakal, tükürük, balgam v.s.) de kutsallaştırılmasıyla, bu dönüşümün eksik yönleri de tamamlanmıştır.

Ne var ki insan muhayyilesi sınır tanımamaktadır. Bu insan  üstü kutsal Peygamber de Müslümanları tatmin etmemiş ve bu dünyanın fiziki sınırları dışına çıkarak Hz. Peygamberi kozmosun yaratılışının fiziki sınırları dışına çıkararak onu kozmosun yaratılışının amacı ve ilk maddesi haline getirebilmek için kolları sıvamışlardır. Bu işte en başarılı ve en önde gidenler ise kuşkusuz tasavvuf ehli olmuştur. Onlar kendilerine mahsus bir âlem tasavvuru geliştirmişler ve bu tasavvurda Hz. Peygambere kozmosun yaratılışının çekirdeği olan kozmik bir güç olarak merkezi bir yer vermişlerdir. Buna göre Allah kendi nurundan latif ve azim bir cevher var edip ondan bütün kainatı bir tertip içinde yavaş yavaş yaratmıştır. Buna ilk cevher, külli akıl veya nur-i Muhammedi-Hakikat-ı Muhammediye adı verilmiştir ki bütün cisimlerin ve ruhların başlangıcı ve kaynağını oluşturmuştur. Allah’ın kendi nurundan yarattığı bu nur, O’nun (c.c.) huzurunda yüz bin sene kalmış ve bu süre içerisinde Allah (c.c)gece gündüz yetmiş bin defa bu nuru düşünmüş ve daha sonra bu nurdan bütün varlıkları yaratmıştır”

Aşırı ve dengesiz bir sevginin ulaştığı bu peygamber tasavvurunu, diğer peygamber anlayışları ile birlikte ele alıp Kuran’ın tanıttığı Hz. Peygamberle mukayese ettiğimizde ortaya çıkan sonucun hem niteliği hem de niceliği bizi şaşırtacak boyutta olacaktır. Bir de bu peygamber tasavvurlarının veya anlayışlarının,  Kuran ölçütünün dışında kalarak evrenselleştirme çabası içine girildiğini veya girileceğini var saydığımızda, şaşkınlığımızın boyutları daha da artacaktır. Bu nedenle, farklı bilim dallarına mensup bilim ve din adamlarınca, farklı açılardan ele alınıp tanıtılmaya çalışılan Hz. Peygamberin, Kuran merkezli tanımına, bir başka deyişle  O’nu peygamber olarak seçen Yüce Yaratıcı’nın tanıtımına ve bu tanıtımdaki ölçütlere şiddetle ihtiyacımız bulunmaktadır.

   Kuranda Kimlik ve Kişilik Bağlamında Hz. Peygamber

“Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan koşulların tümü”  olarak tanımlanan kimlik, kim? sorusunun cevabı olarak da açıklanabilir. Kişilik ise “bir kimseye özgü belirgin özellik; tinsel ve ruhsal niteliklerin tümü; insanlara yakışacak durum ve davranış; bireyin toplumsal yaşam içinde edindiği alışkanlık ve davranışlıkların tümü”  olarak tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle, kişilik “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Kişilik, mizaç gibi bireyin doğuştan getirdiği bir yeti değil, toplum içinde kazanılan bir olgudur.

Kuran, “hüden linnas”  amacına uygun olacak tarzda, peygamber olan veya olmayan bazı insanlardan söz eder ve onların hayatlarından belli oranda ve  nitelikte  kesitler sunar. Hiç şüphesiz bu durum, Hz. Muhammed için de söz konusudur. O’nu çeşitli yönleriyle tanıtan bilgilerin içinde, kimlik ve kişiliğine yönelik verdiği bilgilerin hem nicelik hem de nitelik açısından ayrı bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Zira bu bilgiler, Hz. Peygamberi daha doğru ve daha sağlıklı tanımamızın temel şartıdır.  Çünkü Kuranda yer alan bu bilgiler, ölçüt olma niteliğine sahiptirler. Kuranî bilgiler,  ölçüt alınmadığında Hz. Peygamberle ilgili olarak yazılanların ve söylenenlerin nerelere kadar uzandığını örnek olarak giriş kısmında kısmen de olsa açıklamaya çalışmıştık. Bu nedenle Kuranda yer alan bilgilerin ölçüt alındığı bir Hz. Peygamber anlayışına sahip olarak O’nun örnek oluşunu ve bu örnek oluşun evrensel boyutunu daha iyi anlayabilir ve anlatabiliriz.

 Kuran,  yeryüzünde bütün varlıkları yarattıktan sonra “Ben bir beşer yaratacağım”  diyerek Hz. Adem’i yaratmıştır. Bu bağlamda beşer sözcüğü, Hz. Adem’in ve onun neslinden gelen ademoğlunun varlıklar içindeki tanımını ifade eder. Bir başka deyişle bireyin biyolojik varlığının tanımıdır.  Ancak her bireyin bir de konumundan kaynaklanan tanımları vardır. Buna göre her birey, Allah karşısında kul, hemcinsi karsında insan, kâinat karşısında halife konumundadır. Beşer için kullanılan, kul, insan ve halife tanımları, konumdan kaynaklanan tanımlardır ve bunlar bireyin kimlik tanımlarıdır. Bireyin kul kimliği, Rab karşısındaki konumundan; insan kimliği, toplum içinde birey karşısındaki konumundan; halife kimliği ise, kâinat yani doğal çevre karşısındaki konumundan kaynaklanan bir tanımdır. Bu tanımlardan kul kimliğinin anlamı, kısmi bir iradeye sahip olan bireyin mutlak irade sahibi olan Allah karşısındaki konumunu ifade eder. İnsan kimliğinin anlamı toplum içinde kısmi irade sahibi olan bireyin, yine kısmi irade sahibi olan diğer bireyler karşısındaki eşit konumunu ifade eder. Halife kimliği ise, kısmi irade sahibi bir varlık olan insanın, iradesiz bir varlık olan kâinat ve doğal çevresi karşısındaki konumunu ifade eder.

Genel anlamda kimlik kavramı, kategorik olarak bir ayırıma tabi tutulacak olursa, bu ayırım, irade dışı kimlikler ve iradi kimlikler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bireyin irade dışı kimliğini, kadın veya erkek gibi cinsiyet kimliği ile etnik kimliği; iradi kimliğini ise başta inanç kimliği olmak üzere medeni, ilmi ve mesleki kimlikleri ihtiva eder. Kuran irade dışı kimlikleri, ne yüceltici ne de alçaltıcı olarak görür. Buna karşılık iradi kimlikleri, bir değer olarak kabul eder. Bunun içindir ki Kuranda inananlar ile inanmayanlar, bilenler ile bilmeyenler bir tutulmaz. Ancak iradi kimlikler,  tercihe dayandığı için bir değer ifade etse de, kimliğin gerekli kıldığı kişilik özellikleri Kuran’a göre, çok daha değerli ve önemlidir. Zira Kuranda kişilikle ilgili bilgilerin boyutu ve içeriği, kimlik bilgisinin boyutu ve içeriğinden daha az ve dar değildir, hatta çok daha fazladır. Nitekim “nasıl bir Müslüman?” sorusunun cevabını oluşturan ve Müslüman kişiliğini yansıtan bilgilerin, kimlik bilgisinden daha fazla Kuranda yer alması, O’nun evrensel mesajına uygun bir sonuçtur. Zira kimlik, insana bazı şeyler kazandırsa da, çok şey kazandıramamaktadır. Bireye çok şey kazandıran şey, kimliğinin gerekli kıldığı kişilik özellikleri yani o kimliğe ait nasıllıktır.  Sadece kimliğe sahip olmak, insanı suç işlemekten yeterince  alıkoymaz. Ama kimliğin gerekli kıldığı kişilik  özellikleri, bireyi suç işlemekten  büyük ölçüde  alıkoyabilir. Bir başka ifade ile kişilikli bireylerin, kişiliklerin değil de kimliklerini öne çıkartan bireylerden daha az suç işleme eğiliminde oldukları görülmektedir. Kimlik başlı başına bir değerdir, ama yeterli değildir. Kimlik ancak kişilik ile tamam olur ve tam bir değer ifade eder.  Zira kişilikli bir birey, kimliğine değer kazandırdığı halde, kimlik, kişiliksiz bir kişiyi, kişilikli yapmamaktadır. Kimlik bireyin kim olduğunu tanımlar. Kişilik ise, bireyin kimliğini eyleme dönüştürmesi ile oluşur. Bu nedenle iman, kimlik ile alakalı olduğu halde, ahlak ve davranışlar kişilikle alakalıdır. Bir kişinin Müslüman olabilmesi için, iman kimliği yeterli olduğu halde, Müslüman kişiliğine sahip olabilmesi için yeterli olmamaktadır.  Bunun içindir ki, Kuran kimlikleri reddetmez, ama değer ölçütü olarak kimlikleri değil, kişiliği esas alır. O, bir taraftan bireyin kimliğini hedeflerken, diğer yandan o bireyin kişilik kazanmasına yönelik bilgiler verir, ilkeler getirir, belli kişilerin hayatlarından örnekler sunar.  Hz. Peygamber  de  bu örnek kişilerin  başında yer alır.

 Hz. Peygamber, Mekkeli bazı müşriklerin peygamber tasavvurlarını reddetmek için Kuranda Hz. Muhammed’in dilinden ifade edilen  “ Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor”  ayetinde açıkça belirtildiği üzere, bir beşerdir. O’nun bir beşer olarak diğer beşerlerden bir farkı yoktur. Her beşer gibi irade dışı ve iradi kimliklere sahiptir. Bu bağlamda O, Rab karşısında bir kul, toplum içinde diğer bireylere karşı bir insan, doğal çevresine karşı ise bir halifedir. Erkek,  Arap  ve peygamber oluşu onun irade dışı kimliğini; koca, tüccar, mümin, v.b.  isteğine ve tercihine bağlı kimlikleri ise iradi kimliklerini ihtiva eder. Kelime-i şahadette ifadesini bulan O’nun kul ve resul oluşu, diğer kimliklere sahip olmadığı anlamında değildir. O her bireyin sahip olduğu kimliklere sahiptir, ancak kimlik olarak diğer bireylerden bir fazlası vardır, o da resul kimliğidir. Kelime-i şahadette bu kimliğine ve kul kimliğine özellikle vurgu yapılmaktadır. Çünkü bu iki kimliğe yapılan vurgunun çok önemli sebepleri ve bağlamları mevcuttur. Resul kimliğine vurgu yapılması, hepimizin malumudur. Kul kimliğine vurgu yapılmasının sebepleri arasında ise, bireyin ancak mutlak irade sahibi varlığa kul olması,  asla kula kul olmaması; bir kul olarak görevi olan kulluğu sadece Rabbına karşı yapması isteği önemli bir yer tutar. Puta kulluk eden bir topluma bu özel vurgunun yapılması, bu vurguyu çok daha anlamlı yapmaktadır.

Hiç şüphesiz Hz. Peygamberin sahip olduğu kimliklerin içinde resul ve kul kimliğinin ayrı  bir önemi ve değeri  bulunmaktadır. Çünkü Kelime-i şahadetteki vurgu O’nun bu iki yönüne olmuştur. O, resul kimliğine sahip bir beşer olarak, “tenzili/ ilahi mesajı” tebliğ etmek  ve tebyin etmekle  sorumlu kılınmıştır. Sorumlu kılınan bir peygamber olarak, bu görevin gerekli kıldığı bütün özelliklere de sahiptir. Ancak Hz. Peygamberi önemli ve değerli kılan ve örnek olarak gösterilmesine sebep olan asıl özellik, O’nun kimliklerinin gerekli kıldığı kişilik özelliklerine sahip oluşu yani O’nun nasıllığıdır; nasıl bir peygamber? nasıl bir kul?, nasıl bir insan? ve nasıl bir halife? olduğudur.  Nitekim Kuran’da, Hz. Peygamberin Allah tarafından övülen yönü, kimliği değil, kişiliğidir. Merhameti, kaba ve katı olmayış başta olmak üzere büyük bir ahlak üzere oluşu O’nun övülen kişilik özellikleri arasıda yer alır. O’nun ahlaki özelliklerinin, güvenilirliği, sevgisi, hilmi, nezaketi, hoşgörüsü, adaleti, ahde vefası ve doğruluğunda yoğunlaştığını görüyoruz. Ancak bütün ahlaki değerler, O’nun bir insan olarak sahip olduğu insani değerler içinde yer alır ve bütün davranışlarında bu ahlaki değerler,  hayatın şartları ve imkanları ölçüsünde  bir  kişilik  olarak yansır. Sahip olduğu bu  kişilik özellikleri ile Yüce Yaratıcı  O’nu, bir ahlak peygamberi olarak  tanınmasına ve bu yönüyle  anılmasına  vesile olacak bir ifade kullanarak  “büyük ahlak sahibi”  olarak tanıtmış ve insanlara karşı kaba ve katı olmayışını, aksine, yumuşak ve hoşgörülü davranmasını özellikle övmüştür. Nitekim çevresinden azar işiten Seleme b. Sahr:”Ben sizde dar görüşlülük, anlayışsızlık; Resulüllah ta ise hoşgörü ve anlayış buldum” demiştir.

Hz. Peygamberin kulluk sorumluluğuna ve insani değerleri yansıtan kişilik özelliklerine dair Kuranda birçok bilginin yer almasına rağmen;  evrene veya doğal çevreye karşı halife olma konumundan kaynaklanan halifelik sorumluluğuna ilişkin bilgilere yer verilmeyişinin peygamberlik misyonu ile doğrudan alakalı özel bir anlamı olmalıdır. Nitekim Kuran’da Hz. Adem  ve Hz. Davud’un,  kendi dönemlerinin şartlarına uygun peygamberlik misyonu ile görevlendirildikleri; Hz.Peygamberin de kendi döneminin şartlarına uygun bir peygamberlik misyonu ile görevlendirildiği ve bu misyona özel atıfta bulunulduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Hz. Peygamberin hayatında bir birey veya bir peygamber olarak, halifelik sorumluluğuna veya birey doğal çevre ilişkisine yönelik birçok şey yaptığına dair örnekler bulmak mümkündür. Kuranın  bu konuya özel atıfta bulunmamasından, Hz. Peygamberin bu konuda bir şey yapmadığı anlamı çıkartılmamalıdır. Tam aksine Kuranın insan çevre ilişkisine yönelik yaptığı tavsiyeleri ve teşvikleri en iyi anlayan içinde yaşadığı fiziki şartlara uygulayan da yine olmuştur. Hadis külliyatı Hz. Peygamberin, fiziki çevreye karşı ince duyarlılığının örnekleri ile doludur. Onun davranışlarıyla verdiği öğüt, nasihat ve vaazın, dudaklarıyla verdiklerinden daha etkili olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenledir ki, Kuran O’nu bu yönüyle övmüştür.

Hz. Peygamberin Örnek Oluşunun Evrensel Boyutu

“Benzeri yapılacak olan, benzetilmek istenen şey, model, bir şeyin benzeri, tıpkısı, misal, durumu ve niteliği benimsenmeye değer kimse ya da şey, en iyi biçimde olan”  anlamlarına gelen örnek sözcüğünün, Kuran’daki karşılığı “üsve”dir. Ayette “Allahın resulü,  Allah’ı ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için güzel bir örnektir.”  denilmektedir. Bu tanımlamanın veya bu güzel övgünün, Kuran’da Hz. Peygamber’den başka, Hz. İbrahim ve kendisiyle beraber olanlar için de yapıldığını ve  “üsvetün hasenetün” ifadesi ile örnek gösterildiğini  görüyoruz. Kuran’da üç defa kullanılan bu ifadenin, biri Hz. Peygamber,  diğer ikisi ise Hz. İbrahim  içindir. Hz. Peygamberin  “güzel örnek” oluşunu,  ayetin iç ve dış bağlamından hareketle O’nun yiğitlik, cesaret ve yüksek karakteriyle yorumlayanların yanında,  O’nu örnek almanın Müslümanlar için dini bir hüküm ifade ettiği, bu hükmün ise farz veya müstehab olabileceği, farzın dini konularda, müstehaplığın ise dünya işlerinde olduğu görüşünde olanlar da mevcuttur.  Buna karşılık, Hz. Peygamberin bütün yaptıklarının ve söylediklerinin tek bir hüküm çerçevesi içine alınamayacağı her davranışının ve sözünün ayrı ayrı ele alınarak Kuran bağlamında veya diğer deliller çerçevesi içinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatinde olanlar da vardır.

Hz. Peygamberin örnek oluşunu, bu sözcüğün kavramsal anlamından hareketle anlamaya çalıştığımızda, yukarıda yapılan tanımlardan “durumu ve niteliği benimsenmeye değer kimse” ve “benzeri yapılacak olan, benzetilmek istenen şey”  tanımlarına uygun olduğunu ve örnekliği bu tanımlarla açıklamanın daha doğru olacağını söyleyebiliriz. Bu açıklamadan ortaya çıkan sonuç örnekliğin/teessinin, ancak model olabileceği, yoksa kısım insanlarca ileri sürüldüğü gibi  teşebbüh olamayacağıdır. Çünkü teşebbühde benzeşme ve aynileşme söz konusudur. Modellikte ise benzeşme ve aynileşme değil, örnek alma söz konusudur.

Kimlik olarak Hz. Peygamberle teşebbüh asla mümkün değildir. Zira bir bireyin veya bütün Müslümanların kimlik olarak Hz. Peygambere benzemesi ve O’nunla aynileşmesi nasıl mümkün olabilir? Evrensellik; kişisel yeteneklerle yapılan işin nasıl yapıldığı ile ilgilidir Kimin yaptığı ile ilgili değildir. Bireyin tercihi, hangi işi nasıl yaptığında ortaya çıkar. Yazar yerel olduğu halde yazma işi evrenseldir.  Çünkü teşebbühde tarihsellik; modellikte ise evrensellik vardır. Kim sorusunun cevabı, çoğunlukla yerelliği ya da tarihselliği; nasıl sorusunun cevabı ise genellikle evrenselliği gösterir.  Büyük oranda evrensellik, yerellik ya da tarihsellikten geçmektedir. Zira insan, içinde yaşadığı toplumdaki ilişkilerinden hareketle insanlığın ortak değerlerini yakaladığı zaman evrensellik oluşmaktadır. Evrensellik, işin veya kişinin ne veya kim olduğu ile ilgili değil; işin ya da kişinin nasıllığı ile ilgilidir. Evrensel olmak, yerel çizgileri ya da renkleri hiç taşımamak demek değildir. Bilakis her evrensel olanın içinde az veya çok bir yerellik ya da tarihsellik mevcuttur.

Kuranda yer alan bilgilerden, O’nun yaşayış tarzından ve davranışlarından anlıyoruz ki, Hz. Peygamberin kim olduğunu ifade eden biyolojik ve fizyolojik varlığına ve bu yönlerine bağlı kimlikleri değil; O’nun nasıllığını ifade eden kişilik özellikleri örnek olarak gösterilmiştir. O’nun nasıl bir kul, nasıl bir insan olduğunu, kısaca nasıllığını vurgulayan ayetlerde, “büyük bir ahlak üzere”  olduğu ve “Allahın rahmeti  sebebiyle insanlara kaba ve katı davranmadığı”  açıkça beyan edilmektedir. Bu ve benzeri tanımlamalar, Hz. Peygamberin kimliğine değil, kişiliğine özel vurgu yaptığını göstermektedir. Kuranda örnekliğe ilişkin bu özel vurguların yapılması, bir diğer ifade ile kimlik yerine kişiliğin öne çıkartılması, Hz. Peygamberin örnekliğini, yerel ve tarihsel boyutlardan uzaklaştırıp evrenselliğe doğru yönlendirmek içindir. O’nun örnekliği; nasıl bir kul, nasıl bir insan, nasıl bir baba ,nasıl bir koca,nasıl bir komşu,nasıl bir arkadaş, nasıl bir dost,nasıl bir yönetici,nasıl bir eğitici  v.s. gibi evrensel olma potansiyeline sahip nitelikleri yönüyledir Bir başka  deyişle O, kul oluşu ile değil, nasıl bir kul oluşu ile;insan oluşu ile değil, nasıl bir insan oluşu ile;halife oluşu ile değil, nasıl bir halife oluşu ile  bize örnektir. Yoksa biyolojik ve fizyolojik yönleri ile veya yerellik ifade eden sosyokültürel, sosyoekonomik ve sosyopolitik araç ve gereçlerin veya formların bir şekilde O’nun tarafından kullanılmış olması yönüyle değil. Mesela, yolculuk esnasında deveye ve ata binmesi; savaşta ok, mızrak atması, kılıç kullanması; diş temizliğinde misvak kullanması, hasırda veya kumda yatması; çok hanımla evlenmesi v.s. gibi yerel ve kültürel unsurlar ve ya bunlarla alakalı şeyler O’nun kişiliğini yansıtan evrensel nitelikli örnekler olamaz.

Buna karşılık taleplerinde ve tenkitlerinde kendi sınırları içinde kalması, başkalarının sınırlarına saygı gösterilmesi; başkalarının duygularına değer vermesi; kavgaya taraftar olmaması; sevgisini ve saygısını her fırsatta karşısındakine hissettirmesi; anlaşmazlıklarda her iki tarafın hakkını ve onurunu koruyan çareler üretmesi; akrabalık bağlarına saygı göstermesi; yoksullara yardım elini uzatması; doğruyu ve doğruları desteklemesi; sözü ve özünün bir olması; kaba ve katı davranmaması; hoşgörü sahibi oluşu, insan hayatında kaybolan dengeleri yerli yerine koyan davranışlarda bulunması, mikro kimliğin hakim olduğu bir dönemde, makro kimliği tavizsiz uygulaması ve kimliklere değil de Kuranın ölçüt olarak sunduğu  kişiliklerin esas alınması ilkesine bağlı kalmaya  özen göstermesi v.s. gibi kişiliğini yansıtan örnekler, evrensel bir niteliğe sahip olan örnek davranışlarıdır. O’nun evrensel nitelikli kişilik özelliklerinin yanında bir de evrenselleştirilmeye müsait kişilik özellikleri olabilir. Bu nedenle O’nun davranışlarından bir kısmının evrensel nitelikli örnekler olması, bir kısmının evrensel nitelikte olmaması, yine bir kısmının evrenselleştirilmeye müsait olması sebebiyle evrenselleştirilmeye çalışılması konularının, birbirine karıştırılmaması gerekir

Dinin daha doğru ve daha sağlıklı anlaşılabilmesi için de Hz. Peygamberin kimliklerinin ve bu kimliklerine bağlı misyonunun çok iyi bilinmesi ve değerlendirilmesi, büyük önem arz eder. Nitekim başlangıçta insanlar, Hz. Peygamber yerine doğrudan yazılı bir metin ile karşılaşmış olsalardı, tebliğ, tebyin, telkin, öğüt verme ve örnek olma gibi olgular, 23 yıl süren çaba ve gayretler halinde yaşanmasaydı, acaba o dönemde ulaşılan noktaya gelinebilir miydi?  Bundan dolayıdır ki, ne Kuran’dan soyutlanmış bir peygamber; ne de peygamberden soyutlanmış bir Kuran anlayışı doğrudur. İşte bunun için doğru bir Kuran tasavvuruna ve yine doğru bir Peygamber tasavvuruna ve anlayışına ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, günümüzdeki mevcut Peygamber anlayışları dikkate alındığında çok daha önem arz etmektedir. Kuranın misyonu ile Hz. Peygamberin misyonunu ve aralarındaki farkı çok iyi tespit edip anlamadığımız ve açıklamadığımız için,  zihinsel  karışıklıkların ve anlayış farklılıklarının ne  boyutlara ulaştığının farkında olanların varlığına  az veya  çok şahit oluyoruz.

Kuran, bir Müslüman için ne ifade eder? Hz. Peygamberin davranışları ne ifade eder? Veya Kuran ne ifade etmelidir? Sünnet ne ifade etmelidir? Kanaatimce Kuran, bir Müslüman için ölçüdür; Hz. Peygamberin davranışları yani kişiliği ise örnektir. Sünnetin örnek oluşu, onun bugüne taşınması imkânını sağlar. Şayet ölçü olarak tanımlansaydı, bugüne taşınması çok zor bir durum olurdu. Zira o günün hayat tarzları ve şartları ile bu günün hayat tarzı ve şartları aynı değildir. Bu nedenle, hayata ölçüyü ana kaynak koyar. Sünnet ise bu ana kaynağın açıklanmış ve yaşanmış şeklidir. Sünnet,  bu misyonu sebebiyledir ki normu değil, daha ziyade formu belirler. Normlar asıl oldukları için, onda değişme olamaz. İbadetler gibi zamanla sınırlı olmayan formlar hariç, diğer formlarda ise duruma bağlı bazı değişimler olabilmektedir. Söz gelimi,  ağzı yıkamak, bir başka deyişle diş temizliği yapmak; bir normdur. Bu temizliği misvakla yapmak ise, formdur. Hz. Peygamberin döneminde bu normun uygulanmasını sağlayacak misvaktan başka bir form mevcut değildi. Bugün bu normun uygulanmasını sağlayacak diş fırçası ve diş macunu gibi başka formlar da mevcut. Ancak misvak bir form yani temizlik aracı olarak, yerel ve tarihsel bir niteliğe temizlenmek ise evrensel bir niteliğe sahip olduğu için örnekliği yerel ve tarihsel olanda değil de, evrensel olanda aramak daha uygun bir tercih olacaktır. Bununla birlikte yerel olan bazı şeylerin evrenselleştirilme potansiyeline sahip olduğunu ve zaman zaman evrenselleştirilmeye çalışıldığını da söyleyebiliriz. Yüce Yaratıcı’nın  Hz. Peygamberin hayat tarzını ölçü olarak  değil de örnek olarak sunması, sünnetin tam ve eksiksiz olarak ortaya konulmuş bir kurallar toplamı olarak değil de, örnek olucu  bilgiler toplamı olarak  gelmiş olması, kimliğinin değil de kişiliğinin evrensel bir boyutu olduğunu ortaya koymaktadır

Konuyu Mevlana’dan bir hikaye ile örneklemek istiyorum: Mevlana’ya bir gün birisi gelir ve ona Hz. Peygamberin kuşağının olup olmadığını, varsa nasıl olduğunu, kaç arşın uzunlukta ve hangi renkte olduğunu sorar. Mevlana; bunu bilmekle ne yapacaksın, eline ne geçecek, Hz. Peygamber kuşak kullanırdı, kullanmazdı veya vardı, yoktu, bunu bilmek sana ne fayda verecek, diye sorar. O da şöyle cevaplar: Sakalım onun sakalı gibi oldu, sarığım da O’nun sarığına benzedi, hatta ayaklarımda çöl ayakkabısı var, Konya toprağında çöl terliği ile geziyorum. Elbisem de onunkine benzedi, geriye acaba Hz. Peygamber kuşak kullanıyor muydu; kullanmıyor muydu meselesi kaldı. Bunu da kimse cevaplayamadı. Onun için sana geldim. Ben O’na benzemek istiyorum, der. Mevlana ona cevap olarak, sen bu kafa ile benzesen benzesen ancak Ebu Cehile  benzersin, dedikten sora şöyle devam eder: Dış görünüş ve kıyafet  itibariyle Hz. Peygamberle Ebu Cehil arasında bir fark yoktur. Fark surette değil, siretlerdedir. Sende Hz. Peygamberin şekil ve kıyafetinden nelerin olduğu değil, Hz. Peygamberin ahlakından, dürüstlüğünden, hoşgörü ve insanlığından ne var onu söyle. O’na ancak öyle benzersin. der.

Sonuç

İnançlarımızı oluşturan, referanslarımız; hatta bundan öte o referanslarımızı anlayış ve yorumlayış tarzımızdır. Zira anlayış ve yorumlayış tarzımız, nasıl hissettiğimizi, nasıl düşündüğümüzü ve nasıl anladığımızı, yani bu konudaki kişiliğimizi de tayin ve tespit eder. Bu sebeple Hz. Peygamberi doğru anlamak ve anlatmak için, referanslarımız kadar o referanslarımızı anlayış ve yorumlayış tarzlarımızın ve yöntemlerimizin de doğru olması gerekir. Zira doğru hedefe ancak doğru araçla ulaşılabilir. Hedef doğru olsa da araç yanlış ise, doğru hedefe asla ulaşılamaz. Bunun içindir ki eskiler, “vusulsüzlüğümüz, usulsüzlüğümüzdendir”, demişlerdir. Hz. Peygamberi de doğru anlamak için, anlama usulümüzün de doğru olası gerekir. Bu sebeple Hz. Peygamberin örnek oluşunu, O’nun kimliğinde veya kullandığı yerel ve tarihsel nitelikli araç ve gereçlerde değil, kişiliğinde yani O’nun nasıllığında aramak ve anlamak daha doğru yöntem olacaktır. Peygamberlerin ortak özelliklerinin yanında, her  peygamberin  farklı kişilik özellikleri ve misyonları da bulunmaktadır. Mesela Hz. Musa’nın misyonu  olarak hukuk, Hz. Peygamberin misyonu olarak da ahlak söylenebilir. Nitekim Hz. Peygamber, kendisine izafe edilen bir hadiste “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim”   buyurarak, kendi peygamberlik misyonunu da bizzat kendisi açıklamış bulunmaktadır. Bu açıklama  aynı  zamanda İslam dininin uygulamasında hiyerarşik bir düzenin varlığına da işaret etmektedir. Bugün ilmihal kitaplarında yer alan iman, ibadet ve ahlak sıralaması, aslında hem  Kuranın  nüzul tertibindeki içeriğe hem de bu hadisin öngördüğü  misyona  ters  düşmektedir. Tenzil yöntemine göre olan hiyerarşik  sıralama;  iman, ahlak, ibadet ve hukuk  şeklinde gerçekleşmiştir. Bunun tabii bir sonucu olarak  Hz. Peygamberin uygulaması da Kuranın tenziline uygun olarak gerçekleşmiştir. Dinin sunumunda ve uygulamasında tenzil döneminde uygulanan bu yöntemin; günümüzde sanki evrensel bir boyutu yokmuş gibi algılanıp  bir  nevi  tarihselliğe  mahkum edilişi  oldukça  düşündürücüdür.

Dinin, inanç, kural ve bilgi gibi teorik boyutunun yanında; formel  veya  pratik boyutu da mevcuttur. Dinin bilgi ve kural boyutu vahye dayanır. Pratiğe ait yönü ise kısmen vahye, daha çok sünnete dayanır. Ancak sünnetle, kültürel öğelerin karıştırılmaması gerekir. Hz. Muhammed’in, bir peygamber olarak yaptıkları ve açıkladıkları ile bir beşer olarak kişisel tavırları ve içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısı da birbirine karıştırılmamalıdır. Bunun için Hz. Peygamberin örnekliğinin evrensel boyutunu; O’nun irade dışı sahip  olduğu  kimliklerinde  ve bir   beşer olarak kişisel tavır ve davranışlarında veya içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısında  ve  tarihsel formlarında değil; Kuranda beyan edilen kişilik özelliklerinde; Kuranı tebyin etme veya Kuran ahlakını kişiliğinde yansıtma  misyonuna  bağlı kişilik özelliklerinde ve dinin sunumunda  uyguladığı  yöntemlerde  aramalıyız.

 

 

Copyright © 2016 celalkirca.com