CELAL KIRCA İLE RÖPORTAJ YENİ DÜNYA DERGİSİ
1. Özellikle kadınlara yönelik şiddet bağlamında toplumun sürüklendiği şiddet-cinayet dalgası bir kez daha gündeme geldi. Siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Toplumun sürüklendiği bu şiddet-cinayet dalgasının temelinde kimlik ve kişilikle ilgili zihniyet sorununun ve eğitim noksanlığının bulunduğunu düşünüyorum. Zira kişiliğin göz ardı edilip kimliğin öne çıkartıldığı ve bir değer ölçütü olarak ele alındığı toplumlarda bu ve buna benzer şiddet örneklerine rastlamak, üzücü olsa da yaygın bir davranış türü olarak görülmektedir. Bilindiği gibi kim sorusu kimliğimizi, nasıl sorusu ise kişiliğimizi tanımlamaktadır. Erkek olma veya kadın olma cinsiyet kimliğimizi tanımlarken nasıl bir erkek veya nasıl bir kadın olduğumuz ise kişiliğimizi tanımlamaktadır. Bilindiği gibi insanı olumlu ya da olumsuz eylemlere sevk eden asıl etken kimlik ziyade kişiliktir. Bu nedenle erkeği de kadını da suç işlemekten veya şiddete baş vurmaktan alıkoyan onların erkek ya da kadın oluşları değil, nasıl bir erkek veya nasıl bir kadın oluşlarıdır.
Nitekim Kuran’ın, irade dışı fıtri kimliklere ve bu bağlamada cinsiyet kimliğine, nötr bir değer atfettiği, buna karşılık iradi kimliklere ve bu kimliklere bağlı kişiliklere ve kişilik özelliklerine ise özel bir değer atfettiği görülmektedir. Mesela Kuran, “ Sadece müminler kurtuluşa ermiştir” (Müminun,23/1) demekle yetinmemiş, bu ayetin devamında hangi müminlerin kurtuluşa ereceğini de ayrıntılarıyla açıklamıştır. Bu ve benzeri diğer örneklerden hareketle şunu söyleyebiliriz ki, Kuran kimlikleri ret etmemiş, onlardan söz etmiş fakat asıl vurgusunu kişiliğe yapmış ve kişiliği bir değer ölçütü olarak takdim etmiştir. Takvanın bir değer ölçütü oluşu gibi.
Buna karşılık toplumumuzda erkek, sırf erkek olduğu için daha değerli; kadın da kadın olduğu için erkek kadar değerli görülmemektedir. Nitekim toplumumuzda ailelerdeki erkek çocuk talebi başta olmak üzere cinsellik konusunda erkeğin yaptığı bir hatanın, “el kiri” olarak görülmesi ;buna karşılık kadının yaptığı aynı hatanın “ namus” kavramı adı altında şiddete ve “töre” cinayetine maruz kalması bunun en simgesel örnekleridir. Bundan dolayıdır ki erkek, kendisini sırf erkek olduğu için önemli ve değerli; kadını ise sırf kadın olduğu için erkek gibi değerli görmemektedir. Oysa kadın da erkek de önce insandır , sonra erkek ya da kadındır. Erkek de olsa kadın da olsa insan üst kimliğinde , suç ve cezada eşittir.
Bu nedenle önce insan olduğumuzun bilincinde olarak bu kimliğimizi, cinsiyet kimliğimize öncelememiz ve bunun eğitimini de yapmamız ve yaptırmamız gerekmektedir. Böylece bu zihniyete sahip olan bireylerden oluşan bir toplumda şiddet yok olmasa da en azından azalacak ve asgari düzeye inecektir, diye düşünüyorum. Nitekim tarih boyunca kötülük de şiddet de yok olmamıştır ama, etkinliği azaltılarak asgari düzeylere çekilmiştir. Zaten yok olması da ilahi düzene uygun değildir. Kötülük olacak ki iyiliğin kıymeti anlaşılabilsin. Nefis de Şeytan da bunun için var edilmişlerdir. Ama kötülüğün iyiliğe, şiddetin de rahmete galip gelmesine izin verilmemesi gerekmektedir. Bugün şiddet artmış ise, bana göre bunun nedeni; kimliklerinin gerekli kıldığı kişilik özelliklerini önemsemeyen ve terk eden bireylerin kimlik öncelikli bir tutum ve davranışı benimsemeleri; bireyselci değil, bireyci yetişmeleri ve neticede ben merkezci ve egoist bir zihniyete sahip olmaları ve bu zihniyete sahip olanların etkin olmalarıdır. Bu da neticede dini ve sosyal kuraların terk edilerek, bireylerin oluşturduğu bireysel ve öznel kuralların etkinliğini sağlamaktadır. Her birey, kendi doğrularını oluşturmakta ve kendi doğrularını ölçüt alarak başkalarının doğrularını ön yargı ile ret edebilmekte yada şiddete yönelebilmektedir.
2. Kur’an’a göre ailenin psikolojik temelleri nelerdir?
Bilindiği gibi aile, cinsiyet farkı olan iki kişinin, hayatlarını ömür boyu birleştirmek üzere kurdukları kurumun adıdır. Her kurum gibi ailenin de dayandığı bir takım temeller mevcuttur. Bu temeller arasında kültürel, hukuki, ekonomik, sosyal ve psikolojik olanları hiç şüphesiz en etkin olanlarıdır. Toplumlara göre niceliği ve niteliği değişse de, bu temellerin etkinliği, asla değişmemektedir. Çünkü insanın fıtri/ genetik yapısında mevcut olan fizyolojik/psikolojik ihtiyaçlar yok olmadığı gibi, kültürel, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlar da yok olmamaktadır. Bununla birlikte ailenin temelini oluşturan en önemli etken, hiç şüphesiz Fizyolojik/Psikolojik nitelikli olanlarıdır. Nitekim ünlü bilim adamı Abraham Harold Maslow; yemek, içmek, uyumak, solumak, cinsellik gibi temel içgüdüsel ihtiyaçları; can ve mal varlıklarının korunması gibi güvenlik ihtiyacını; sevme, sevilme, bir gruba mensup olma, yardımseverlik ve şefkat gibi sevgi ihtiyacını; tanınma, sosyal statü sahibi olma, başarı elde etme, takdir edilme gibi saygı ihtiyacını; kendini geliştirme, zorlu hedefleri başarma gibi kendini gerçekleştirme ihtiyacını, insanın en temel ihtiyaçları arasında sayar. Alexis Cerrel’ ise cinsi arzuyu, susuzluk ve açlıktan sonra en şiddetli olan bir içgüdü olarak tanımlar Watson’a göre ise, cinsellik, insan davranışlarını etkileyen dördüncü bir güçtür. Bu ihtiyaçlar hiyerarşisi içinde yer alan, cinsel ihtiyaç, sevgi, saygı ve şefkatin aynı zamanda ailenin kuruluşunda ve devamında da etkin bir rol oynayan ihtiyaçlardandır.
Kuranda, "Kadınlara, oğullara, kantarlarca altın ve gümüşe, otlağa salınmış atlara, davarlara ve ekinlere karşı hissedilen aşırı sevgi, insanlar için süslü gösterilmiştir" ayetinde, hem cinsi duyguya temas edildiği hem de sayılan bu şeyler arasında cinsi duygunun ilk sıraya konulduğu görülmektedir. Bundan şunu anlıyoruz ki, Kuran cinsel arzuyu ve bu arzunun tatminini yok saymıyor bilakis tatmin edilmesini istiyor. Ancak Kuran, her duygunun tatminin de olduğu gibi, bu duygunun tatminini de belli kurallara ve ilkelere uyulmasını öngörüyor. Nitekim Kuranın ön gördüğü bu ilkeler ve kurallar arasında helal, temiz, doğru, güzel ve denge kuralları en önde ve başta olan kurallar arasında yer alır.Kurana göre cinsi arzu tatmin edilecektir ama, bu tatmin etme işi, helal yoldan yapacaktır. Bunun adı da “nikah” a dayalı evliliktir. Bir başka ifade ile Kuran, cinsi arzunun tatminine meşruluk kazandıracak bir hukuki sözleşmeyi, (nikahı) şart koşmaktadır. Dolayısıyla hukuki meşruluğa ve ahlaki değerlere uymayan ve kişiyi sorumluluk duygusundan soyutlayan zinaya da kapıyı kapatmış bulunmaktadır.
Ailenin psikolojik temelini oluşturan diğer bir psikolojik etken de, nesli devam ettirme arzusudur. Nesli devam ettirme, türün korunması için gerekli olan bir duygudur ve bütün canlılar; çoğalmak için mukavemet edilmesi imkansız bir arzu duyarlar. Çocuk, aileyi koruyan ve karı-kocayı birbirine daha da yaklaştıran önemli bir araçtır. Çocuk sayısının artmasının boşanmayı güçleştirdiği de bilinen bir gerçektir. Kadın sevgisinden bahseden ayette, hemen çocuk sevgisinden söz edilmesi, evlilik amaçları içinde çocuğun bir ihtiyaç olarak görüldüğünü de ifade etmektedir. Çocuklu ailelerdeki boşanma oranlarıyla, çocuksuz ailelerdeki boşanma oranlarının farklılığı nesli devam ettirme duygusunun, aileyi korumadaki rolünü de açığa çıkartmaktadır.
Ailenin psikolojik temelini oluşturan kurucu ve devam ettirici ana unsur ise hiç şüphesiz sevgidir. Sevgi, insanlar arasındaki ilişkiyi düzenleyen önemli etkenlerden biri olduğu gibi, eşler arasındaki ilişkiyi de düzenleyen en önemli etkenlerden biridir. Sevgi, kişiliğe yöneliktir ve duygusal bir ihtiyaçtır. Cinsellik ise, vücuda yöneliktir ve fizyolojik bir ihtiyaçtır. Bu sebeple doğumundan ölümüne kadar insan, sevgiye muhtaçtır.
Sevgi konuşulmaz, ama sevgiye dair konuşulabilir. Sevgi, ilgidir, alakadır. Sevgi, duyulur, hissedilir, yaşanır. Sevgi, satın alınmaz, kazanılır. Sevgi, paylaşılır. Sevgi, yakınlıktır. Sevgi özgürlüktür. Sevgi yumuşaktır, Sevgi bağrına basar. Sevgi, anneliktir, babalıktır. Sevgi, doktorluktur. Sevgi, evrenseldir. Sevgi, para gibi kasaya kilitlenemez. Sevginin yeri kalptir. Bir annenin, babanın, bir eşin veya bir çocuğun kalbidir. Bu nedenle sevgide yargı yoktur, yargı varsa orada sevgi yoktur
Sevenler, birbirlerini yargılamazlar, başkalarından onaylama da beklemezler. Siz hiçbir annenin yavrusunu yargıladığını gördünüz mü? Onun sevgisi “eğer” sevgisi değildir. Onun sevgisi “çünkü” sevgisi de değildir. Onun sevgisi, “rağmen” sevgisidir. Bu bir Japon yazarına Masumi Toyotome’ye ait bir ayırımdır. O, eğer şunu yaparsan seni severim veya seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var türü sevgi çeşitlerinin gerçekte sevgi olmadığını, bunların bir çıkar ilişkisine dayandığını söyler. Gerçek sevgiyi, “rağmen” türü sevginin temsil ettiğini anlatır. Bir annenin veya babanın sevgisi, ancak “rağmen” sevgisinden başka ne olabilir? Her şeye rağmen anne ve baba evladını sever. Evladı onu sevmese de sever.
Ailenin hem kuruluşunu hem de devamlılığını sağlayan etkenler arasında yer alan sevgi’den sonra ailenin devamlılığını sağlayan en önemli etkenler arasında saygı en önde gelenidir. Saygı “değeri üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram, başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu olarak tanımlanır. Saygı duymak, aynı zamanda birine değer vermeyi de ifade eder. Bu nedenle insanlar arası ilişkilerde, özellikle de aile içi ilişkilerde saygının önemi ve değeri asla küçümsenmemelidir. Bir ailede sevgi olsa da şayet karşılıklı saygı kalmamış ise, o ailenin uzun ömürlü olması düşünülemez. Zira saygının olmadığı bir yerde, aşağılanma, horlanma ve alay etme gibi olumsuz duyguların öne çıktığı görülür. Bunlar da saygıyı yok eden etkenler arasında yer alır. Saygı yoksa orada huzur da yoktur, birliktelik de yoktur.
“Dostluk, vefalılık, bağlılık, doğruluk, gönül doğruluğu alamlarına gelen sadakat, ailenin devamı ve mutluluğu için gerekli ilkelerden bir diğeridir. Eşlerin birbirlerine karşı, gösterecekleri sadakat, aynı zamanda dostluktur, vefalılıktır, bağlılıktır, doğruluktur. Dostluk ve vefa, özellikle günümüzde kendisine çok az rastlanan iki değer haline gelmiştir. Özellikle eşlerin birbirine gösterecekleri sadakat, hiç şeyle mukayese edilemeyecek kadar değerlidir. Sadakatin yani sahiplenme duygusunun ve bağlılığın, evliliğin devamı için çok önemli bir role sahip olduğu bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Zira artan boşanma sebepleri arasında, sadakatsizliğin, aldatma ve ihanetin yüksek oranda oluşu, sadakatin ne denli önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır Eşler arasında kıyılan nikahta söylenen “evet” sözcüğünün, aslında eşlerin birbirlerine olan sadakatlerini simgeleyen bir sözcük olduğu asla unutulmamalıdır. Çünkü bu sözcük, bir sadakat sözüdür. Sadık kalınacağına dair verilen bir ahittir Ne pahasına olursa olsun, eşler verdiği bu sözü tutmak ve ahdine sadık kalmak zorundadır. Zira sözünde durmak, insan olmanın ve insan kalmanın da bir gereğidir.
“Acı, yoksulluk, haksızlık vb.üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan, onların geçmesini bekleme erdemi” diye tanımlanan sabrın, İslam dinindeki yerini ve önemini hepimiz, çok biliyoruz .Özellikle aile içi ilişkilerde sabrın yeri ve varlığı çok daha önemlidir. Sabırlı eşler, sabırsız eşlerden daha çok aile yunasının korunmasına yardımcı olurlar. “Acele işe şeytan karışır” ata sözünü, hepimiz yeri gelince söyleriz, ama bir çok işimizde acele etmekten de geri durmayız. İyi düşünülmeden, acele ile söylenecek bir sözün, neticede nelere sebep olduğunu hepimiz biliriz, ama yine de söylemekten çekinmeyiz. Bir Arap atasözünde. “Söz senin esirindir, konuştuğunda ise sen onun esiri olursun” denilmektedir Yunusun da:“Söz ola kese savaşı, söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede” der. Sabır bunun için gereklidir. “Taş ve sopa kemikleri kırar, ama söz, kalbi kırar” Acele ile söylenen bir sözün kalpleri nasıl kırdığını hepimiz, yaşayarak öğrenmişizdir Bu nedenle “Sabreden zafere erer”, “Sabreden derviş muradına ermiş” sözleri herhalde boşuna söylenmiş sözler değildir. Sabır, her şeyde ve her işimizde gereklidir, ama aile içi ilişkiler de çok daha gereklidir. Bu nedenle ailenin sürekliliğini sağlayacak önemli etkenlerden biri olma özelliğini daima korumuş ve korumaya da devam edecektir. Sabır insana direnme gücü verir, insanı olgunlaştırır, huzurlu ve mutlu bir aile hayatının yolunu gösterir.
Aile içi ilişkilerde sorumluluk duygusu ve sorumluluk bilinci, en az saygı ve sadakat kadar gerekli olan bir ilkedir. Eşlerden biri veya her ikisi, sorumluluk bilinci içinde hareket etmiyorsa, sevgi de saygı da o aileyi korumaya yetmemektedir. Günümüzde genellikle boşanma ve şiddetin sebepleri arasında sorumsuz davranışların önemli bir yeri olduğu görülüyor. Kuranın ahitlere sadık kalınmasını emretmesi ve bunun bir sorumluluk olduğunu belirtmesi, aile kurulurken verilen “evet” sözüne de sadık kalınmasını da ihtiva etmektedir. Çünkü “ evet” sözü de bir ahittir. Geleneksel ifade ile “ ahde vefa ” da, ahlaki bir sorumluluktur, Şayet ahde vefa göstermiyor isek, kendimizi hesaba çekip insanlığımızı ve ahlakımızı sorgulamalıyız. Ama bundan önce de bu bilinci kazanmamamız gerektiğini bilmeliyiz. Zira sorumluluk da sorumluluk bilinci de kolay kolay kazanılmıyor. Bunun için de insanın çaba göstermesi ve zihninin bazı aşamalardan geçmesi gerekiyor.
3. Bugünkü toplum Kur’an’ın kaynaklık ettiği sosyal ve psikolojik temellerle nasıl bir irtibat halinde?
Müşahede ettiğim kadarıyla bugünkü toplum yapımız, maalesef Kuranın kaynaklık ettiği psikolojik temellerle yeterince irtibat halinde görülmüyor. Evlilikler, genelde aşk evliliği diye tanımlanan ve duygusal boyutu etkin olan bir evlilik türüne odaklanmakta,mantık evliliği denilen bir diğer evlilik türüne ise çok da rağbet edilmemektedir.Aşk zamanla etkinliğini yitiren bir duygudur. Özellikle “vuslat” tan sonra daha da hızlı kaybolma potansiyeline sahiptir. Bu nedenle aşkın yerini, sevginin alması gerekir. Böylece ailenin sürekliliği ve huzuru için en azından asgari şartlardan biri yerine gelmiş olur. Sevgi, saygı, sorumluluk bilinci, sabır sadakat ve sebat gibi ailenin psikolojik temellerine dayalı bir sosyal yapıda ise, şikayet konusu olan aile içi şiddetten söz edilmesi, sık görülen bir durum değildir. Zira karşılıklı sevgi, saygı ve sorumluluk bilinci içinde olan, sabreden ve sadakat gösteren eşlerden, şiddete varacak ölçüde davranış bozukluklarının meydana gelmesi, çok nadir bir durumdur.
4.Yağan yağmura bile “rahmet” diyen bir millet olarak, İslâm tarihinden ve bizim tarihimizden rahmet örnekleri verebilir misiniz?
İnsanlar içinde rahmetin sembol kişisi hiç şüphesiz Hz. Peygamber’dir. O’nun rahmetini bizzat Allah tescil etmektedir. Herkese ve her canlıya merhameti, özellikle hanımlarına olan merhameti her türlü övgüye ve takdire şayandır. Hanımlarından gördüğü sözlü tarizler karşı daima sabır göstermiş ve onlardan asla merhametini esirgememiştir. Bırakın hanımlarına karşı şiddet uygulamayı, dövmeyi ve taciz etmeyi, onlara kırıcı söz bile söylememiştir. Bir köpeğe merhamet edip ayakkabısı ile su veren bir günahkar kadını takdir ettiği, bir kediyi aç bırakarak ölümüne sebep olan bir kadının ise Cehenneme gideceğini söylemesi, O’nun merhametini yansıtan örneklerden bir kaçıdır.
O, çocuklarına karşı müşfik ve düşkün olan kadınları övmüş; torununu omuzunda taşıdığı halde halka namaz kıldırmış; Üsama’yi bir dizine, (torunu) Hasan'ı diğer dizine oturtmuş, bağrına basmış ve 'Ey Rabbim, bunlara merhamet et, ben bunları çok seviyorum' diye dua etmiş bir merhamet peygamberidir. Günümüzde de sayılamayacak kadar çok anne ve babanın çocuklarına karşı olan merhametlerini gösteren örneklere rastlamak mümkündür.
5Allahü Teâlânın mahlukâta hep rahmet ve şefkat nazarıyla baktığını biliyoruz. Biz de kullar olarak kendi içimizde rahmet, şefkat, merhamet iklimini yaşasak daha huzurlu olur muyuz?
Rahmet kavramı, dini hayatımızın en önemli sözcüklerinden biridir. Meşru olan her işte okunması istenen “besmele”de yer alan “rahman “ ve “ rahim” sözcükleri, Allah’ın rahmetini ve merhametini ifade eden sözcüklerdir. Allah merhametlidir, kulunun da merhametli olması gerekmektedir.
Nitekim Kur'an'da yer alan bir ayette "İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp sevgi ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir" denilmektedir. Bu ayetinde geçen rahmet kelimesi, incelik, yumuşaklık ve şefkat anlamlarına gelmektedir. İsfehani ve Firuzabadi gibi iki ünlü Kur'an yorumcusu, rahmet kavramını, Allah için kullanıldığında nimet verme ve üstün kılma anlamlarında, insanlar için kullanıldığında ise incelik, yumuşaklık ve şefkat anlamlarına kullanıldığını açıklamaktadır. Ayette rahmet hem Allah için kullanılmış hem de eşlere nispet edilmiştir. Dolayısıyla ayet, Allahın, eşler arasında, sevgiyi, birbirlerine karşı ince ve yumuşak tavırla hareket etme duygusunu var ettiğini açıklamaktadır. Mademki Allah insanda merhameti var etmiş, öyleyse insan kendisinde var olan o merhameti göstermek zorundadır. Bu merhameti göstereceği ilk mekan da aile ocağıdır. Sonra bütün insanlar ve bütün canlılardır.
6.Dinî açıdan şiddete maruz kalmış hanımlara nasıl bir tavsiyede bulunmak doğru olur?
Bu sorunuz “Bekara karı boşamak kolay” atasözünü hatırlatıyor. Teoriye değil de pratiğe yönelik olan bu sorunun cevabı gerçekten zor. Zira şiddet insan onuru ve kişiliği ile asla bağdaşmayan bir durumdur. Şiddete maruz kalmış, insanlık onuru kırılmış, kişiliği saldırıya uğramış bir kadına, ne söylenebilir? Böyle bir durumla karşılaşan kadına, elbette ki ilk aşamada “ sabır” tavsiyesinde bulunmak, doğru olan bir yöntem olacaktır. Zira boşanmak için mahkemeye müracaat etmeden önce sorunları konuşularak çözmeye çalışmak, gerekirse aile içi “hakem”e gitmek, ailenin devamı için bir çıkış yolu olabilir diye düşünüyorum. Elbette ki mecbur kalındığında “boşanma” bir çözüm yoludur , ama boşanmadan önce yapılması gereken şeylerin de yapılması gerekmektedir.
7.Huzurun ve saadetin mümkün olduğu bir rahmet iklimine hangi, dinî, insanî, vicdanî ölçü ve anlayışla ulaşabiliriz?
Hiçbir insan, her yönüyle dört dörtlük değildir. Yine hiçbir insan, mutlak iyi ve mutlak kötü de değildir. Her insanın iyi ve güzel yanları olduğu gibi, eksik yanları da bulunur. Bu nedenle insanları olmaları gerektiği gibi değil de, oldukları gibi kabul etmek gerekmektedir. Bu kurala hiç şüphesiz, karı koca da dahildir. Dolayısıyla eşlerden her biri, diğerini olduğu gibi kabul etmek ve anlaştıkları konuları öne çıkartarak sorunlu konuları geri plana itmek veya gündeme getirmemek, aile içi huzurun en önemli ilkeleri arasıda yer alır.
Genelde insanlar arası, özelde karı koca ararsındaki ilişkilerde görülen hatalar arasında, yapılan her hangi bir hata dolayısıyla sadece o hatanın eleştirilmesi yerine, kişiliğe yönelik eleştiri yapılması veya hakarete varacak ölçüde kişiliğe saldırıda bulunulması, dolayısıyla eleştiride olabildiğince cömert, ama buna mukabil yapılan iyiliklere karşı çok cimri olunması; affedici olunmayışı, ben merkezci bir tavır sergilenmesi gibi olumsuz tavırlar en önde gelenleridir.
Eşlerden her biri, diğerini suçlamadan önce kendi röntgenini çekmeli, empati yaparak kendi kusurlarını ve eksiklerini tespit etmeli ve bunları düzeltmeye çalışmalıdır. Kendisinin iyi ve güzel huyları ile eşinin olumsuz huylarını ve eksik yanlarını mukayese ederek, kendisini yüceltici eşini ise küçültücü bir tavır içine asla girmemelidir. Eşinin varsa kötü yanlarını görme ve onun üzerine gitme yerine, iyi yanlarını görmeli ve bundan da rahatsız olmadığını ve hoşgörülü olduğunu davranışlarıyla göstermelidir. Eşine sevdiğini söylemeli, saygısızlık etmemeli, sorumluluk bilinci içinde hareket etmeli, sabır ve sadakat içinde olmalıdır. Cinsiyet kimliğini değil, insan kimliğini ve kişiliği öncelemeli; tutum ve davranışlarını bu anlayışa uygun olacak şekilde geliştirmelidir. Bunun eğitimi de önce ailede, sonra okulda ve toplumun her kesiminde yapılmalıdır. Bireysel çabalar, sel önünden kütük kapsa da, selin mecrasını asla değiştiremez. Şiddetin önüne ancak, zihniyet değişimi ve eğitimi ile geçilebilir. Bunu için de eyleme dönüşecek güçlü bir irade beyana ihtiyaç vardır
Copyright © 2016 celalkirca.com