Prof. Dr. Celal Kırca r r

 

CELAL  KIRCA  İLE   RÖPORTAJ YENİ DÜNYA DERGİSİ

 

 

 

 

1. Özellikle kadınlara yönelik şiddet bağlamında toplumun sürüklendiği şiddet-cinayet dalgası bir kez daha gündeme geldi. Siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

 

Toplumun sürüklendiği  bu  şiddet-cinayet dalgasının temelinde  kimlik ve kişilikle  ilgili zihniyet sorununun  ve   eğitim noksanlığının    bulunduğunu düşünüyorum.  Zira  kişiliğin  göz ardı edilip  kimliğin öne çıkartıldığı  ve  bir değer ölçütü   olarak  ele alındığı toplumlarda bu ve buna  benzer şiddet  örneklerine  rastlamak, üzücü  olsa da   yaygın   bir davranış türü olarak  görülmektedir. Bilindiği gibi kim sorusu  kimliğimizi,  nasıl sorusu ise kişiliğimizi tanımlamaktadır.  Erkek olma veya  kadın olma cinsiyet  kimliğimizi tanımlarken  nasıl bir erkek veya nasıl bir kadın  olduğumuz ise kişiliğimizi   tanımlamaktadır. Bilindiği gibi insanı  olumlu ya da olumsuz eylemlere sevk eden asıl etken kimlik  ziyade  kişiliktir.  Bu nedenle erkeği de kadını da   suç işlemekten veya  şiddete baş vurmaktan   alıkoyan  onların  erkek ya da kadın oluşları değil,  nasıl bir erkek  veya nasıl bir kadın  oluşlarıdır.

Nitekim Kuran’ın, irade dışı  fıtri kimliklere  ve bu bağlamada  cinsiyet kimliğine, nötr bir değer  atfettiği, buna karşılık  iradi  kimliklere  ve bu kimliklere   bağlı  kişiliklere  ve kişilik özelliklerine  ise özel  bir değer  atfettiği  görülmektedir. Mesela Kuran, “ Sadece  müminler kurtuluşa  ermiştir” (Müminun,23/1)  demekle yetinmemiş, bu ayetin devamında  hangi müminlerin kurtuluşa ereceğini de  ayrıntılarıyla  açıklamıştır.  Bu  ve benzeri diğer örneklerden hareketle şunu söyleyebiliriz ki, Kuran kimlikleri ret etmemiş, onlardan  söz etmiş  fakat  asıl vurgusunu kişiliğe yapmış ve  kişiliği  bir değer ölçütü olarak  takdim etmiştir. Takvanın bir değer  ölçütü oluşu gibi.

 Buna karşılık toplumumuzda   erkek,  sırf erkek olduğu için  daha değerli; kadın da  kadın olduğu için  erkek    kadar   değerli   görülmemektedir.  Nitekim  toplumumuzda  ailelerdeki erkek çocuk talebi  başta olmak üzere cinsellik konusunda  erkeğin  yaptığı bir  hatanın, “el kiri” olarak  görülmesi ;buna karşılık  kadının yaptığı  aynı hatanın “ namus” kavramı adı altında  şiddete  ve “töre” cinayetine maruz kalması  bunun en  simgesel örnekleridir.  Bundan dolayıdır ki erkek, kendisini   sırf erkek olduğu için  önemli ve değerli;  kadını  ise  sırf kadın olduğu için  erkek gibi değerli     görmemektedir. Oysa kadın da erkek de önce  insandır , sonra  erkek  ya da  kadındır. Erkek de olsa kadın da  olsa  insan üst kimliğinde , suç ve cezada  eşittir.

 Bu nedenle önce insan olduğumuzun bilincinde olarak bu kimliğimizi, cinsiyet kimliğimize öncelememiz  ve bunun  eğitimini  de yapmamız ve yaptırmamız  gerekmektedir. Böylece  bu zihniyete sahip olan  bireylerden oluşan bir toplumda  şiddet yok olmasa da en azından azalacak ve  asgari düzeye  inecektir, diye   düşünüyorum.  Nitekim tarih boyunca    kötülük  de  şiddet de  yok olmamıştır ama, etkinliği azaltılarak  asgari düzeylere  çekilmiştir. Zaten  yok olması da  ilahi düzene  uygun  değildir. Kötülük olacak ki iyiliğin kıymeti  anlaşılabilsin. Nefis de Şeytan da bunun için  var edilmişlerdir. Ama kötülüğün iyiliğe, şiddetin  de rahmete  galip  gelmesine  izin  verilmemesi gerekmektedir.  Bugün  şiddet artmış ise, bana göre bunun nedeni;  kimliklerinin gerekli kıldığı kişilik özelliklerini önemsemeyen ve terk eden bireylerin kimlik öncelikli  bir tutum ve davranışı  benimsemeleri;  bireyselci değil,  bireyci   yetişmeleri ve neticede   ben merkezci  ve egoist  bir zihniyete  sahip olmaları  ve bu zihniyete sahip olanların  etkin olmalarıdır.   Bu da  neticede  dini ve  sosyal  kuraların  terk edilerek,  bireylerin oluşturduğu  bireysel ve  öznel  kuralların  etkinliğini  sağlamaktadır. Her birey,  kendi doğrularını  oluşturmakta ve kendi doğrularını ölçüt alarak  başkalarının  doğrularını  ön yargı ile  ret edebilmekte yada  şiddete yönelebilmektedir.

 

2. Kur’an’a göre ailenin psikolojik temelleri nelerdir?

 

 

 Bilindiği gibi aile, cinsiyet farkı olan iki kişinin, hayatlarını ömür boyu birleştirmek üzere kurdukları kurumun adıdır. Her kurum gibi ailenin de dayandığı bir takım temeller mevcuttur. Bu temeller arasında kültürel, hukuki, ekonomik, sosyal ve psikolojik olanları hiç şüphesiz en etkin olanlarıdır. Toplumlara göre niceliği ve niteliği değişse de, bu temellerin etkinliği, asla değişmemektedir. Çünkü insanın fıtri/ genetik yapısında mevcut olan fizyolojik/psikolojik ihtiyaçlar yok olmadığı gibi, kültürel, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlar da yok olmamaktadır. Bununla birlikte ailenin temelini oluşturan en önemli etken, hiç şüphesiz Fizyolojik/Psikolojik nitelikli olanlarıdır. Nitekim ünlü bilim adamı Abraham Harold Maslow; yemek, içmek, uyumak, solumak, cinsellik gibi temel içgüdüsel ihtiyaçları; can ve mal varlıklarının korunması gibi güvenlik ihtiyacını; sevme, sevilme, bir gruba mensup olma, yardımseverlik ve şefkat gibi  sevgi ihtiyacını; tanınma, sosyal statü sahibi olma, başarı elde etme, takdir edilme gibi saygı ihtiyacını; kendini geliştirme, zorlu hedefleri başarma gibi kendini gerçekleştirme ihtiyacını, insanın en temel ihtiyaçları arasında  sayar. Alexis Cerrel’ ise cinsi arzuyu, susuzluk ve açlıktan sonra en şiddetli olan bir içgüdü olarak tanımlar Watson’a göre ise, cinsellik, insan davranışlarını etkileyen dördüncü bir güçtür. Bu ihtiyaçlar hiyerarşisi içinde yer alan, cinsel ihtiyaç, sevgi, saygı ve şefkatin aynı zamanda ailenin kuruluşunda ve devamında da etkin bir rol oynayan ihtiyaçlardandır.

 

Kuranda, "Kadınlara, oğullara, kantarlarca altın ve gümüşe, otlağa salınmış atlara, davarlara ve ekinlere karşı hissedilen aşırı sevgi, insanlar için süslü gösterilmiştir" ayetinde, hem cinsi duyguya temas edildiği hem de sayılan bu şeyler arasında cinsi duygunun ilk sıraya konulduğu görülmektedir.  Bundan şunu anlıyoruz ki, Kuran cinsel arzuyu ve bu arzunun tatminini yok saymıyor bilakis tatmin edilmesini istiyor. Ancak Kuran, her duygunun tatminin de olduğu gibi, bu duygunun tatminini de belli kurallara ve ilkelere uyulmasını öngörüyor. Nitekim Kuranın ön gördüğü bu ilkeler ve kurallar arasında helal, temiz, doğru, güzel ve denge kuralları en önde ve başta olan kurallar arasında yer alır.Kurana göre cinsi arzu tatmin edilecektir ama, bu tatmin etme işi, helal yoldan yapacaktır. Bunun adı da “nikah” a dayalı evliliktir. Bir başka ifade ile Kuran, cinsi arzunun tatminine meşruluk kazandıracak bir hukuki sözleşmeyi, (nikahı) şart koşmaktadır. Dolayısıyla hukuki meşruluğa ve ahlaki değerlere uymayan ve kişiyi sorumluluk duygusundan soyutlayan zinaya da kapıyı kapatmış bulunmaktadır.

Ailenin psikolojik temelini oluşturan diğer bir psikolojik etken de, nesli devam ettirme arzusudur. Nesli devam ettirme, türün korunması için gerekli olan bir duygudur ve bütün canlılar; çoğalmak için mukavemet edilmesi imkansız bir arzu duyarlar. Çocuk, aileyi koruyan ve karı-kocayı birbirine daha da yaklaştıran  önemli bir araçtır. Çocuk sayısının artmasının boşanmayı güçleştirdiği de bilinen bir gerçektir. Kadın sevgisinden bahseden ayette, hemen çocuk sevgisinden söz edilmesi, evlilik amaçları içinde çocuğun bir ihtiyaç olarak görüldüğünü de ifade etmektedir. Çocuklu ailelerdeki boşanma oranlarıyla, çocuksuz ailelerdeki boşanma oranlarının farklılığı nesli devam ettirme duygusunun, aileyi korumadaki rolünü de açığa çıkartmaktadır.

Ailenin psikolojik temelini oluşturan kurucu ve devam ettirici ana unsur   ise  hiç şüphesiz sevgidir. Sevgi, insanlar arasındaki ilişkiyi düzenleyen önemli etkenlerden biri olduğu gibi, eşler arasındaki ilişkiyi de düzenleyen en önemli etkenlerden biridir. Sevgi, kişiliğe yöneliktir ve duygusal bir ihtiyaçtır. Cinsellik ise, vücuda yöneliktir ve fizyolojik bir ihtiyaçtır. Bu sebeple doğumundan ölümüne kadar insan, sevgiye muhtaçtır.

Sevgi konuşulmaz, ama sevgiye dair konuşulabilir. Sevgi, ilgidir, alakadır. Sevgi, duyulur, hissedilir, yaşanır. Sevgi, satın alınmaz, kazanılır. Sevgi, paylaşılır. Sevgi, yakınlıktır. Sevgi özgürlüktür. Sevgi yumuşaktır, Sevgi bağrına basar. Sevgi, anneliktir, babalıktır. Sevgi, doktorluktur. Sevgi, evrenseldir. Sevgi, para gibi kasaya kilitlenemez. Sevginin yeri kalptir. Bir annenin, babanın, bir eşin veya bir çocuğun kalbidir. Bu nedenle sevgide yargı yoktur, yargı varsa orada sevgi yoktur

Sevenler, birbirlerini yargılamazlar, başkalarından onaylama da beklemezler. Siz hiçbir annenin yavrusunu yargıladığını gördünüz mü? Onun sevgisi “eğer” sevgisi değildir. Onun sevgisi “çünkü” sevgisi de değildir. Onun sevgisi, “rağmen” sevgisidir.  Bu bir Japon yazarına Masumi Toyotome’ye ait bir ayırımdır. O, eğer şunu yaparsan seni severim veya seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var türü sevgi çeşitlerinin gerçekte sevgi olmadığını, bunların bir çıkar ilişkisine dayandığını söyler. Gerçek sevgiyi, “rağmen” türü sevginin temsil ettiğini anlatır. Bir annenin veya babanın sevgisi, ancak “rağmen” sevgisinden başka ne olabilir? Her şeye rağmen anne ve baba evladını sever. Evladı onu sevmese de sever.

Ailenin hem kuruluşunu hem de devamlılığını sağlayan etkenler arasında yer alan sevgi’den sonra ailenin devamlılığını sağlayan en önemli etkenler arasında saygı en önde gelenidir. Saygı “değeri üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram, başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu olarak tanımlanır. Saygı duymak, aynı zamanda birine değer vermeyi de ifade eder. Bu nedenle insanlar arası ilişkilerde, özellikle de aile içi ilişkilerde saygının önemi ve değeri asla küçümsenmemelidir. Bir ailede sevgi olsa da şayet karşılıklı saygı kalmamış ise, o ailenin uzun ömürlü olması düşünülemez. Zira saygının olmadığı bir yerde, aşağılanma, horlanma ve alay etme gibi olumsuz duyguların öne çıktığı görülür. Bunlar da saygıyı yok eden etkenler arasında yer alır. Saygı yoksa orada huzur da yoktur, birliktelik de yoktur.

 “Dostluk, vefalılık, bağlılık, doğruluk, gönül doğruluğu alamlarına gelen sadakat, ailenin devamı ve mutluluğu için gerekli ilkelerden bir diğeridir. Eşlerin birbirlerine karşı, gösterecekleri sadakat, aynı zamanda dostluktur, vefalılıktır, bağlılıktır, doğruluktur. Dostluk ve vefa, özellikle günümüzde kendisine çok az rastlanan iki değer haline gelmiştir. Özellikle eşlerin birbirine gösterecekleri sadakat, hiç şeyle mukayese edilemeyecek kadar değerlidir. Sadakatin yani sahiplenme duygusunun ve bağlılığın, evliliğin devamı için çok önemli bir role sahip olduğu bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Zira artan boşanma sebepleri arasında, sadakatsizliğin, aldatma ve ihanetin yüksek oranda oluşu, sadakatin ne denli önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır Eşler arasında kıyılan nikahta söylenen “evet” sözcüğünün, aslında eşlerin birbirlerine olan sadakatlerini simgeleyen bir sözcük olduğu asla unutulmamalıdır. Çünkü bu sözcük, bir sadakat sözüdür. Sadık kalınacağına dair verilen bir ahittir Ne pahasına olursa olsun, eşler verdiği bu sözü tutmak ve ahdine sadık kalmak zorundadır. Zira sözünde durmak, insan olmanın ve insan kalmanın da bir gereğidir.

 “Acı, yoksulluk, haksızlık vb.üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan, onların geçmesini bekleme erdemi” diye tanımlanan sabrın, İslam dinindeki yerini ve önemini hepimiz, çok biliyoruz .Özellikle  aile içi  ilişkilerde sabrın yeri ve varlığı çok daha önemlidir. Sabırlı eşler, sabırsız eşlerden daha çok aile yunasının korunmasına yardımcı olurlar. “Acele işe şeytan karışır” ata sözünü, hepimiz yeri gelince söyleriz, ama bir çok işimizde acele etmekten de geri durmayız. İyi düşünülmeden, acele ile söylenecek bir sözün, neticede nelere sebep olduğunu hepimiz biliriz, ama yine de söylemekten çekinmeyiz. Bir Arap atasözünde. “Söz senin esirindir, konuştuğunda ise sen onun esiri olursun” denilmektedir Yunusun da:“Söz ola kese savaşı, söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede” der. Sabır bunun için gereklidir. “Taş ve sopa kemikleri kırar, ama söz, kalbi kırar” Acele ile söylenen bir sözün kalpleri nasıl kırdığını hepimiz, yaşayarak öğrenmişizdir Bu nedenle “Sabreden zafere erer”, “Sabreden derviş muradına ermiş” sözleri herhalde boşuna söylenmiş sözler  değildir. Sabır, her şeyde ve her işimizde gereklidir, ama aile içi ilişkiler de çok daha gereklidir. Bu nedenle ailenin sürekliliğini sağlayacak önemli etkenlerden biri olma özelliğini daima korumuş ve korumaya da devam edecektir. Sabır insana direnme gücü verir, insanı olgunlaştırır, huzurlu ve mutlu bir aile hayatının yolunu gösterir.

 

Aile içi ilişkilerde sorumluluk duygusu ve sorumluluk bilinci, en az saygı ve sadakat kadar gerekli olan bir ilkedir. Eşlerden biri veya her ikisi, sorumluluk bilinci içinde hareket etmiyorsa, sevgi de saygı da o aileyi korumaya yetmemektedir. Günümüzde genellikle boşanma  ve şiddetin sebepleri arasında sorumsuz davranışların önemli bir yeri olduğu görülüyor. Kuranın ahitlere sadık kalınmasını emretmesi ve bunun bir sorumluluk olduğunu belirtmesi, aile kurulurken verilen “evet” sözüne de sadık kalınmasını da ihtiva etmektedir. Çünkü “ evet” sözü de bir ahittir. Geleneksel ifade ile “ ahde vefa ” da, ahlaki bir sorumluluktur, Şayet ahde vefa göstermiyor isek, kendimizi hesaba çekip insanlığımızı ve ahlakımızı sorgulamalıyız. Ama bundan önce de bu bilinci kazanmamamız gerektiğini bilmeliyiz. Zira sorumluluk da sorumluluk bilinci de kolay kolay kazanılmıyor. Bunun için de insanın çaba göstermesi ve zihninin bazı aşamalardan geçmesi gerekiyor.

 

 

 3. Bugünkü toplum Kur’an’ın kaynaklık ettiği sosyal ve psikolojik temellerle nasıl bir irtibat halinde?

 

Müşahede ettiğim kadarıyla bugünkü  toplum yapımız, maalesef Kuranın  kaynaklık ettiği  psikolojik temellerle  yeterince  irtibat halinde   görülmüyor. Evlilikler,  genelde aşk evliliği  diye  tanımlanan  ve duygusal boyutu  etkin olan  bir evlilik türüne  odaklanmakta,mantık evliliği denilen  bir diğer evlilik türüne  ise  çok  da  rağbet edilmemektedir.Aşk zamanla etkinliğini yitiren bir duygudur. Özellikle “vuslat” tan sonra  daha da  hızlı  kaybolma  potansiyeline  sahiptir.  Bu nedenle   aşkın yerini, sevginin alması  gerekir. Böylece  ailenin sürekliliği ve huzuru   için  en azından  asgari  şartlardan biri  yerine   gelmiş olur.   Sevgi, saygı, sorumluluk bilinci, sabır sadakat ve sebat  gibi  ailenin psikolojik   temellerine  dayalı  bir sosyal yapıda ise, şikayet konusu olan  aile içi şiddetten  söz edilmesi,  sık görülen bir  durum  değildir. Zira  karşılıklı sevgi, saygı ve sorumluluk bilinci  içinde olan, sabreden ve  sadakat gösteren  eşlerden,  şiddete varacak ölçüde  davranış  bozukluklarının   meydana gelmesi,  çok nadir  bir durumdur.

 

 

 

4.Yağan yağmura bile “rahmet” diyen bir millet olarak, İslâm tarihinden ve bizim tarihimizden rahmet örnekleri verebilir misiniz?

İnsanlar içinde rahmetin  sembol kişisi hiç şüphesiz  Hz. Peygamber’dir.  O’nun rahmetini  bizzat Allah  tescil etmektedir. Herkese  ve her canlıya  merhameti, özellikle  hanımlarına olan  merhameti  her türlü övgüye ve takdire  şayandır. Hanımlarından gördüğü  sözlü tarizler  karşı  daima  sabır  göstermiş  ve onlardan asla merhametini esirgememiştir. Bırakın hanımlarına  karşı  şiddet uygulamayı, dövmeyi ve taciz etmeyi,  onlara kırıcı   söz bile söylememiştir.  Bir köpeğe merhamet  edip ayakkabısı ile su veren  bir günahkar kadını takdir ettiği,  bir kediyi aç bırakarak ölümüne sebep  olan bir kadının ise  Cehenneme  gideceğini söylemesi, O’nun merhametini  yansıtan örneklerden  bir kaçıdır.

O, çocuklarına  karşı müşfik ve düşkün olan kadınları  övmüş; torununu  omuzunda taşıdığı halde halka namaz kıldırmış; Üsama’yi bir dizine, (torunu) Hasan'ı diğer dizine oturtmuş, bağrına basmış ve 'Ey Rabbim, bunlara merhamet et, ben bunları çok seviyorum' diye dua etmiş bir  merhamet  peygamberidir.  Günümüzde  de  sayılamayacak kadar  çok anne ve babanın çocuklarına karşı olan   merhametlerini   gösteren  örneklere   rastlamak  mümkündür.

 

 

 

5Allahü Teâlânın mahlukâta hep rahmet ve şefkat nazarıyla baktığını biliyoruz. Biz de kullar olarak kendi içimizde rahmet, şefkat, merhamet iklimini yaşasak daha huzurlu olur muyuz?

 

Rahmet kavramı, dini hayatımızın en önemli  sözcüklerinden biridir. Meşru olan her işte  okunması istenen  “besmele”de yer alan  “rahman “  ve  “ rahim”  sözcükleri,  Allah’ın rahmetini ve merhametini ifade  eden  sözcüklerdir.  Allah merhametlidir, kulunun da  merhametli   olması gerekmektedir.

 

Nitekim Kur'an'da  yer alan bir ayette  "İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp sevgi ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir" denilmektedir.   Bu ayetinde geçen rahmet kelimesi, incelik, yumuşaklık ve şefkat anlamlarına   gelmektedir. İsfehani ve Firuzabadi gibi iki ünlü Kur'an yorumcusu, rahmet kavramını, Allah için kullanıldığında nimet verme ve üstün kılma anlamlarında, insanlar için kullanıldığında ise incelik, yumuşaklık ve şefkat anlamlarına  kullanıldığını açıklamaktadır. Ayette rahmet hem Allah için kullanılmış hem de eşlere nispet edilmiştir. Dolayısıyla ayet, Allahın, eşler arasında, sevgiyi, birbirlerine karşı ince ve  yumuşak   tavırla  hareket etme duygusunu var ettiğini  açıklamaktadır.  Mademki Allah insanda  merhameti  var etmiş, öyleyse insan  kendisinde var olan  o  merhameti  göstermek  zorundadır. Bu merhameti göstereceği  ilk  mekan da  aile ocağıdır. Sonra  bütün  insanlar ve  bütün canlılardır.

 

 

6.Dinî açıdan şiddete maruz kalmış hanımlara nasıl bir tavsiyede bulunmak doğru olur?

 Bu sorunuz  “Bekara karı boşamak kolay”  atasözünü  hatırlatıyor. Teoriye değil de pratiğe yönelik  olan  bu sorunun cevabı gerçekten zor. Zira şiddet  insan onuru ve kişiliği ile asla bağdaşmayan bir  durumdur.  Şiddete  maruz kalmış,  insanlık  onuru  kırılmış, kişiliği   saldırıya uğramış bir   kadına, ne  söylenebilir?  Böyle bir durumla karşılaşan kadına, elbette ki  ilk aşamada “ sabır”  tavsiyesinde bulunmak,    doğru  olan bir yöntem olacaktır. Zira  boşanmak için  mahkemeye müracaat etmeden önce sorunları konuşularak çözmeye çalışmak, gerekirse  aile içi “hakem”e gitmek,    ailenin  devamı  için  bir  çıkış yolu olabilir  diye düşünüyorum. Elbette ki  mecbur kalındığında  “boşanma”  bir çözüm yoludur , ama  boşanmadan  önce yapılması gereken şeylerin  de yapılması gerekmektedir.

 

 

 

7.Huzurun ve saadetin mümkün olduğu bir rahmet iklimine hangi, dinî, insanî, vicdanî ölçü ve anlayışla ulaşabiliriz?

 

Hiçbir insan, her yönüyle  dört dörtlük  değildir.  Yine hiçbir insan, mutlak iyi ve mutlak kötü de değildir.  Her insanın  iyi ve güzel  yanları  olduğu gibi, eksik yanları da  bulunur.  Bu nedenle  insanları olmaları gerektiği gibi  değil de, oldukları gibi kabul etmek   gerekmektedir. Bu kurala   hiç şüphesiz, karı koca da dahildir.  Dolayısıyla  eşlerden her biri,  diğerini  olduğu gibi kabul etmek  ve  anlaştıkları  konuları  öne çıkartarak  sorunlu konuları  geri plana itmek veya  gündeme  getirmemek,  aile içi  huzurun  en önemli  ilkeleri arasıda yer alır.

Genelde insanlar arası, özelde  karı koca ararsındaki   ilişkilerde  görülen  hatalar arasında, yapılan  her hangi bir hata  dolayısıyla  sadece  o hatanın   eleştirilmesi  yerine, kişiliğe yönelik  eleştiri yapılması veya hakarete varacak ölçüde  kişiliğe saldırıda bulunulması, dolayısıyla eleştiride  olabildiğince  cömert, ama  buna mukabil  yapılan iyiliklere karşı  çok cimri  olunması;  affedici olunmayışı, ben merkezci bir tavır sergilenmesi   gibi olumsuz  tavırlar   en  önde gelenleridir.

 Eşlerden her biri,  diğerini suçlamadan önce  kendi röntgenini  çekmeli, empati yaparak kendi  kusurlarını ve eksiklerini  tespit etmeli  ve   bunları düzeltmeye çalışmalıdır. Kendisinin  iyi ve güzel huyları ile eşinin  olumsuz huylarını ve eksik yanlarını  mukayese ederek, kendisini yüceltici eşini ise   küçültücü   bir  tavır içine asla  girmemelidir.  Eşinin  varsa  kötü yanlarını görme  ve onun üzerine  gitme  yerine, iyi yanlarını    görmeli  ve bundan da   rahatsız olmadığını  ve  hoşgörülü olduğunu davranışlarıyla göstermelidir. Eşine sevdiğini  söylemeli, saygısızlık etmemeli, sorumluluk bilinci içinde hareket etmeli, sabır ve sadakat  içinde olmalıdır. Cinsiyet  kimliğini   değil, insan kimliğini  ve  kişiliği öncelemeli;  tutum ve davranışlarını  bu  anlayışa uygun olacak şekilde  geliştirmelidir. Bunun eğitimi de önce ailede, sonra okulda ve toplumun  her kesiminde  yapılmalıdır. Bireysel çabalar, sel önünden kütük  kapsa da, selin mecrasını  asla değiştiremez. Şiddetin önüne ancak, zihniyet değişimi ve eğitimi ile  geçilebilir. Bunu için de  eyleme dönüşecek  güçlü bir irade beyana  ihtiyaç vardır

 

 

Copyright © 2016 celalkirca.com